Eylül 19, 2018

Gece

bir çocuk
bir adam
ve bir kalabalık
çocuk büyük adamdan
adam daha çocuk, çocuktan
ve kalabalıktan kimse daha büyük değil çocuktan
büyümeye uyanırken her sabah
koşar adım
anne ağrılı saçlarla fabrika koridorlarında
baba her gün uyanmak gibi; yaşlılığa
çocuk ki; umudu kumbarasından eksilen
okul harçlıklarıyla
belkili cümleler kuran
yorgunluğu belkisiz
gece on ikiden sonra çocuk
gündüz olduğundan daha fazla çocuk değil

Ağustos 12, 2018

Asit Bulutundan Paraşütsüz Atlayış

çok anlamaktan doğuyor sancım
bilincimi kaçırıyorum dikenli teller atlasından
gözlerimde asidik bir bulutla dolaşmayı anlatamadım çünkü 
iradem dışında ağlamaktan bıktım inan
kelimelerden can bulduğum
lav adasında kelimesizliğe sürülüyor canım
bir o kadar mevsimsiz
bir o kadar ilaçsız
bir o kadar ah
bir o kadar can darda
kuyularda ipsiz
düşerken dipsiz
ben alıştım
babamın yandığı o yangınlarda külleri yutmaya
ellerim titremese kimsenin ikna olacağı yok kayboluşuma
bir sana duvar demeye
bir de kendime sızı demeye çok yoruldum
zihnimi feragat ettirdim yolundan
mide bulantım eşlik eder ancak sen fikrime
ve işte
bizim birkaç cevapsız çağrılık hatrımız kalmıştır birbirimizde
hiç bilmezsin
hiç bilmedin
coralan daha yakınımdır senden
söylediğin mutsuzluk 
ve 
yaşadığın mutluluk nasıl zıt düşüyorsa birbirine
öyle paralel düşüyorum dünyaya
sıyrılıyorum
yükseliyorum
ve paraşütüne bile güvenmeyen bir atlayıcı olarak bırakıyorum kendimi boşluğa
bu sıkışıklık arasında
kürdan görevi görüyorum yalnız
ruhumun kalıntılarını temizliyorum tenimden geldiğince
kuş bile uçar da
o kervan dibimden geçer
dönüp de göz göze gelmem tek bir insanla
saçlarım uzar
öyle isterim ki uzasın
perdem olsun, paravanım
o kuş uçar da 
vurulur önüme düşer
sancısı kalır gecelerime
kanadı kırılmanın şiirini yazıp duran
kalbi sargısından kanayan bir kızın türküsünü kimse bilmez
siz hep buhran koyarsınız onun adını
gençlik buhranı
ben bu yaşlı ruhumu nereye gömeceğimi
nasıl uçacağımı bilemem
ben Anka
küllerimden doğmuyorum
küllerime boğuyorum kalbime yaklaşanı
güçlü ol
 elimde yoksa etimden  verdim çünkü o hayvan gibi
ağırlığın omuzlarımı geçti
alnımda, şakaklarımda Doğu şehridir o
dilini konuşmaya herkesin cesaret edemediği
bilmezsin nasıl yaşanır
uzaktan Ağrı denir adına
teniyle birlikte kalbini karartmaya mahkum edilir
kendine her sabah verdiği mecburi sözlerle
sen gibi bakıyorum işte al
gözlerimdeki düşüşe adını veriyorum
gel seni benden al
değiştim, aynıyım diyen o yazarın 
kanadığı yerden
birkaç kişilik
parçalarla
...
..
.

Ağustos 08, 2018

Yarım, Her Şey Gibi

ala, yerim dardır
kabullendim çözüm aramak boşunadır kanmışlığımıza
ama andımdır
bu susamışlığımızın hesabını sormak
nabzımın sesinin benden önce ulaştığı iskelede
ıslak alnımın arzusu dudakların
bu kokuyu tenimden silmeye çokça sular yetmedi
taşıdım su
daldım deniz yetmedi
boğuluyorum
inanmazsan gel bak siyahtır kanım
tenim ellerimi doğurmak istiyor yeni baştan
parmaklarım ve tırnaklarım
saçlarım ve yıprandıklarım
yollarım ve kırıklarım
nereye gittiğinin ne önemi var şiirin
benden geldiği bellidir ne olsa
ne olsa adımız sanımız mühim değildir
bu ölüler coğrafyasında
sanki hardal rengi bir kazak giysem
hiç mutsuz görünmezdi gözlerim
atılan ilmeklerin sanki
mutluluk gibi birkaç duyguyla alakası vardı
ayaklarım çıplak
kalbim kadar
kalbim de işte
üşür ayaklarım kadar
ne yazık
bir yangından medet dileniyorum
arlanacağım da yok bu ateşten
bulunacağım da yok bu kuytuda
ala



Temmuz 29, 2018

Mide Bulantısıyla Alakalı Şeyler

buraya beni getiren bacakları ve kalbi sıska çocuk
burnunda eskimeyen yosun kokusu
anason diyor şimdi adına
kulağındaki uğultuyu karşısına koyup
kendi içine konuşan
kalbinin odacıklarını aç çocuk diye bağıran içine
elinde kaderinin çubuğunu savuşturup duran
ateşe tutan onu ha'bire
yangınlara
ayaza
tutulmalara
gel gitlere
şu kalbinden geçen nasıl başkaysa
dilinin söylediği nasıl başka
gitmek isteyip de kalmaya zorlandığım tüm hayatların ezberidir
birkaçtır düşüyorum
yakalanmamak için sana
kaçıyorum kendimden
ve tutsaklık ne kadar uzaksa işte bana
koparamadığım iplerin tümünün ismisin
şimdi bir çocuk tutarsızlığıdır
konuları eline yüzüne bulaştıran
başımın gürültü bi mide bulantısı
imlam mı kalmış ki her şey şaşıyor
tenimi boşluğa çeken ürperme
limanlar kadar doluyorum artık
yüzümde eski
çok eski bir filmden kalan buruk gülümseme
duyup duyacağın bu kadardır işte
uyacağın yoktur şu ahengime
ve benim bozulan her ahenk için
 bir çelenk göndermişliğim vardır
dağların birinde sönmeyen bir ışık ben
merak edilip de yoluna düşülmeyen
benzin döküp
karbonmonoksit soluyorum tam da bu yüzden
afiyet olsun ciğerlerime
hiçbir ölüş bireysel değil
sevdanın karalığı solunumumla alakalı
senin maviliğinin su oluşumla ilgisi kadar
bir şiir kaç gün kanar
bana bir cevap lazım tüm sorularım kadar
yakamoz
ışıltını görüp de derinini merak eden yok
ben ise
soluksuz kaldığın tüm hayatlar için
oksijen üflüyorum teninden içeri
tüm cüretimi Ay'dan alıyorum
bir yangın başlatıp
ortada bırakıyorum kendimi
akrepçilik oynuyorum eski bir alışkanlıkla
yakamoz
şakaklarım ağrıyor 
gel dişlerimi birbirinden ayır
dudaklarına kenetle
vakit yoktu ki içimi eteklerime dökseydim de öyle gelseydim
yoktu ki yer kendi içimde biraz daha esneyim
yakamoz
yüzeye çıkamıyorum artık
illegal ve uyumsuz bir pankart gibi duruyorum kendi hayatımın ortasında
yakamoz
ellerin kopmasın ruhumdan

Temmuz 20, 2018

Kaburgamın Altında Kazı Çalışması Var

vücudumdan hikayeleri topla
ben iğneyle kazıdım
sen çiçek tozlarıyla öp
kimsenin aklına gelmez iyilikleri aşı yapmak
rüzgar kadar aklım yok
nereye eseceğimi bilmiyorum
onlar hep gerçeği duyduklarında sanıyorlar ki melankoli 
sen anla
o duvara şiirden çok daha fazlasını bıraktım
gör artık
biraz da sis
odamın görüntüsü
bir de damarlarımın gürültüsü ki bahsetmek istemiyorum bile
boğazıma takılan telvenin
kırk yıllık sancısı
tıbbi günlüğümde hepinizden bir miktar ömürlük yaralar
dedim ki
kimse için kılı kırk yarma artık
ki maviyi kırmızıdan ayırmaya çalıştığım o Çarşamba
ben ne kadar koştumsa
siz o kadar içime kovaladınız
içe dönük bir çocuk rahatsızlığıdır bu
neşter değdirmek yasak
Neşet söyler durmadan
dedim ki
kaç gün lazım tamam olmamıza
mesela ben
ne eksikse aldım bu şiiri oraya koydum
aldım şiiri kafama koydum
başımın üstünde Yeni Ay
eskide kalan her şeyi istedim ondan
Ay'dır
aklı karışmıştır bi'evren gezegenden
aldım Ay'ı kafama koydum
sen artık
çiçek tozlarıyla öp beni bir an evvel
çiçek açayım ben
tohumlarımı dağıttığım her toprak için
bi'rüyadan uyandır 
adapte et 
ben bu çağın çok gerisinde kalmış
ruhunu bin yıl kere yaşlandırmış gibiyim
de ki
bak bu senin kalbin, çok iyi bak ona
diyeyim ki
bak benim elim, ayağıma dolaşmaya meyilli
yardım et bana
 biçmek için inan çok uğraştım
yine de neden eğreti durur şu huzur üstümüzde
bir gün
mesela ben
ben demeyi bıraktım
görmezden gelince görmez kendini de kaybolur sandım
Ihlamur altında ağlarken buldum onu
o ki
yaralarına pansuman yapılsın diye dizlerini kanatan
bir çift patik lazımdır ayaklarından yüreğine kadar ısınmak için
zor değil
zor hiç değil
açtığım çukurun başında durdum
öylece durdum işte 
dedim ki
kaç kırık kemik daha lazım artık koşmamak için
o kapılar sen çalasın diye değil
kırılmaktan sıkılınca kopmaya başladım sonra
dedim ki
kopmak lazımmış; yaşamak için



Haziran 22, 2018

Kayboldum

göz çukurlarıma hamam böcekleri doluyor
beni kurtar artık bu iplerden
izahım yok
ağzımda dün akşamdan kalma 
ekşi ömür tadı
tutarlılığıma kızıyorum
ki değişsin artık onun da rotası
gözeneklerime toprak örtüyorsam tamam
toprak kaplıyorsa tenimi eyvah
bir dal daha kaldı
içimi bağırmaya
o gemi yolculuğunu unutmadan hiç
gözümü o yeşilden hiç ayırmadan
hiç kızmadan
ama kırılmaktan kopamadan
ben kırılsam kendi içime dönerim
benim kolumu bacağımı bükme
çiçeklerle açılsın
sen diye ektiğim tohumlarım
dün içime doğru kusarak
bağlanmak yok dedim
muştusudur gururumun
öyle söz verdim
bu eve mektup gelmez
bu sokağa sapmaz ayaklarn
bu pencereyi güneş ısıtmaz
bak 
esinlendiğim ne var kendimden başka
ben
omurgası betona eğri çocuklar gibi
toprağa düşen o koparılmış yaprak
baş dönmeleri filiz verir dalımdan
bul beni
ben bu kalp ağrısıyla ne yapacağımı bilemem
çok koşarım içimin sıkıntısıyla
dizlerim üzülür
beni görüp de gülenlere darılmam da
bir dal gibi ortada
şarkının tam ortasında
o filme hiç başlamadan
o hikayeyi hiç okumadan
o tepeye hiç çıkmadan
o suya hiç dalmadan
o sonu hiç yaşamadan
bırakıp gidilmekten hangi şiir doğmaz
ben bu kente bir daha gelmem
o yeşil bir daha mavi kusmaz
zaten garların gülmek için ağızları yoktur 
biz aldanmışızdır
başımızın dönmesine sarhoşuzdur
kanmışızdır
inanmak istediğimiz ne varsa
hadi 
şiire meyilim hayattan da
sana meyilim ne diye
bul beni
meyillerimden buda
ben yine genzimdeki biraz su biraz kanla
kalayım bir başıma
dilimdeki demir, pas tadıyla
diyeyim ki
bir, birdir
düz, dümdüz bir çizgidir yalnızlığıyla
sevmeyeyim matematiği yeniden
şimdi
şiir yazdığım bu kalem bitse
yeni bir acı başlar mürekkebin son değdiği yerden
acının tadını beğenmiş gibi olursun sen
bilirsin
gören gözün inşası acıdandır
sonra
ben aynı hikayeyi anlatmaya başlarım
derim ki
bitmek, sonlanmak tamam da
sondan sonraki başlangıçta bul beni
bul
çünkü ben bu kadar şiirle
ne yapacağımı bilemem

Haziran 16, 2018

Daldan Dala mı Şiir

yörüngemde Ay 
ben Dünya değilim
bir gün devran döner
dünya isteklerimle evrilir
tükeniyor kalem
tükeniyor mürekkep de
vazgeçmek istemiyorum her şeye yenilip
şansımı da sizden yana kullandım
kalmadı hiçbir şeyim
ben de haz aldım yokluktan bilenip
ilkokula başlamadan yıpranmaya başladım
o kabuklar da kalktı ve yerine yeni yaralar açıldı
arkadaşım yok diye ağlamadım
vardı çünkü kalem kağıt
akşam olunca siz oyuna ben yatağa koşardım
gökyüzüne anlatılacak hayallerim vardı
rüyalarıma çağırdım
hissiyatımdan peygamberim sanırdım
dahası
açılıyor kapı
kırılıyor kapı
yerde camların kırıkları kalır
dişlerimi sıkmasam taşıyor sabrım
ara öğünlerin yerini antidepresanlar alır
bulanıyor aklım
bu yaşananlar hangi günahın hakkı
soruyorum
buz gibi donuyorum
su gibi taşıyorum
ateş gibi yangınım da
neden ırmaklarım denizlere kavuşmuyor
başım dik 
boynum eğilmez
sivri dilim
bu yüzden hiç sevemediniz beni
statünün üstüydünüz
gözünüzde üstündünüz
kendime döndüm yüzümü  de
öyle buldum özümü
ve
sizinki efendilik ise
benim olsun serserilik
işe yaramaz kelimeler
şairlik meslek değil
ne bilirsin cümlelerle yüreklere girildiğini
mevsim güz
kalp cüzzam
ve makam hüzzam
senin de dinmez de acın
çocukluğun okul bahçesinde unutulsa
arkama alacağım bir şey yok rüzgardan başka
aşktan bahsedene dedim diye aşeka
bu yüzden yalnızlığım da aşikar
bilir misin
içini toprağa dökmeyi
bir bez parçasını damarına denk getirip
onu canlı sevmeyi
ses tellerin kopana dek istemeyi
nasıl vazgeçeyim ki her şeyi defedip
bir morg kapısında çocuk ruhumu değiştim şairle
şiirle ağladım
yaşımın yetmediği yerde
kalp kanser olunca şifa da yok derde
inancımı da yitirmedim
umudumu huy edinip
öfkelendiğim ne varsa
şiirdir dedim
bacaklarım alçıda
kalbim kırık
ve hızla akıyor dünya algılarım sağır
beni eksik bırakan da
bugün fazlalığımdan alır
ve size koşacağımı sandığınız her kırığım yen içinde kalır
bugün şiir okuyorum dünya
kulakların sağır
bu gece yanıyorum dünya 
adım olsun ağıt
bu şiirde kanıyorum dünya
sızısı sana kalır.

Nisan 22, 2018

Can

şah damarıma kuruldu salıncaklar
oynanan her oyun tehlikeli
ben elektrik tellerinde yaşıyorum
yaşamak denilirse
ölü kuşlar mahallesine düşüyorum her gün
tırnak aralarımda biriken kanla
parmak uçlarımda biriktirdiğim şifayı yarıştırıyorum
hayat bulmuyor güvercinler
dargınlığım
sokaklar açken doyanlara değil
sokakları hepten yok sayanlara
ikiyi ikiye bölüp
bire pay eden
tıka basa doyulan ne varsa hepsini kusuyorum
uykumdan uyanırken
çocuk yaşta ölen bir hikayenin 
dinginliğini taşıyorum
siz
büyüyememek diyorsunuz buna
çok büyümek
çizginizi tutturamıyorum
adına doğar sanıyorum insan
can kendi selinde boğuluyor
canı sulardan kurtarıp can evime sokuyorum
hikaye hiç mutlu sonla duraksamıyor
sizin elleriniz yok mu
orada nasıl birikmez şefkat
niçin okşamadınız kırgınlıkları
vücudumdaki yanıkları kazıyarak yazdığım bir şiir
acılarla kıyaslanıyor yine
yabancı acılarla
oysa çok küçükken kesmiştim saçlarımı
toprağa ekmiştim uçlarını
yeni bir ben büyüsün diye
yüzü koyun uzanıp sonra
büyümeye ağlamıştım
ruhumun toprağını işte böyle suladım
yanık uçlu kağıtların çocuğu
ilkokul bahçesinde unutulmuş çocukluğu
susmaların anlatıcısı
kuytularda boşaltır yen içini
mezarlıktır da orası
ah demeden büyür
eski ruhlar bahçesi
kanserlerini duygularının neşteriyle kazır
öpmek istediğim gözlerinizi yumdunuz
bir açık görüşte bırakıp çocuk yaşımı
gardiyanlardan kaçırdım
kaslarım yırtılmak pahasına
şiir kusmaya yemin ettim
tüm adaletsizliklere karşılık
şiir söz silahtır deyip
sesimi öptüm gürleşip iyi olsun diye o

Nisan 11, 2018

Su

uykumdan uyandım yüreğimin sıkıntısından
dedim ki
bundan şiir olmaz mı


unut diye yazmadım ki hiçbir şiiri
umut diye yazdım
bu hüzün kokan ruhu tütsülerle kapladım
balkondan sarkıttım baş aşağı da
geçmedi kokusu
hayatımın dalgalandıkça bulanan sularında
kendi canımın pazarında
çürük diye tezgah altına terk ediyordum ruhumu
içimde yarattığınız dalganın içinde
yine size doğru kulaç atıyordum
uykularımda sıktığım yumruklarımın bıraktığı
derin tırnak izleri arasında unutuyordum onu
ben sarı yağmurluk giysem
Yaz geliyordu
göğün gözünden düşüyordum
nedenini hiç bilmeden
hep sorarak
eksilmesin
size benzemesin diye uzaklara kaçırıyordum sevgimi
siz buna mesafe diyordunuz
hiç anlamaya çalışmıyordunuz
ben de bir Turgut şiirinin peşine takıp
acıtıyordum sevgimi
yandıkça biteceğine közlenen
 bir ateşin dumanını üflüyordu kulağıma ıslıkla
burukluğun şarkısını ezberlediğimden
başka türlüsünü bilmiyordum
hayat devam edecek de
ben içinde hep noksan kalacakmışım gibi
yarım
sevgisiz
kursakta
ve kursakta kalan her şey
bir odun daha atacaktı bu sonsuz yangına

Nisan 07, 2018

Işık Yak, İzi Kalsın


Bir dönem bedenimi karanlıklara sürmüştüm.

Artık ruhumu gölgelerden kaçırmak için neredeyse ona ışık tutacağım.
Karanlıktan korktuğum kadar ışığı kapattığım günler de oldu.
Bazen neredeyse gündüz vakti ışık yakacağım.

İşte onun acıklı olmamak için direnen buruk hikayesi budur. Neden ışık açmak değil de ışık yakmak der, can acısı buradadır. Işıldamak için yanmak gerekir çünkü ona göre.
Canımı ateşlerin ortasından çekebilseydim, kendi dudaklarımdan öperdim. Nefesime kuvvet, daha kaç yangın üfleyeceğim, yolum bilir.
Yoluma döktüğüm kaç iyi ki kaç keşke var, bedenimi sürdüğüm karanlık şahittir işte. 
Bazı zamanlar mecazen değil, gerçek anlamda kemiklerim ağrır. Kaç sabah doğurdum ağrılar içinde kaburgamdan, kaç kemiğim yen içinde kaldı, kimseler duymadı. Acımı yüzümden kimseler görmedi.
Ruhum sıkıldı bir aralar epey, onu uykulara teslim ettim. Uyuyunca geçer sandım. En azından zaman... Şimdi hem sıkıntıdan uyuyamıyor, hem uyuyamadığına sıkılıyor. 
Kalın kazaklar örmek isterdim ona, o ölmesin diye artık. Haroşa bir hayatın içinde saklansın, görmesin onu dünya diye, bir ters bir düz kazaklar örmek isterdim.
Çırpınırken görseniz onu, aktris sanırdınız. Bir oyunu var diye düşünür, yalnızca izlerdiniz. Kimsenin aklına salonun ışıklarını yakmak gelmezdi. O ise şöyle derdi kanlı kanatlarını çırparken size. ''Ben bir martıyım'' Alkışlayacak olurdunuz belki onu, utanırdı. Şöyle derdi size: hayır hayır,  ben hiçbir şeyim!
Önceden canımın acısı için birilerine koştururdum onu. Can ferahlığı için dost aratırdım acısına. Şimdi kimselere gitmesin diye uzun uzun tembihliyorum. 
Önceden, öncesi ve sonrası diye ikiye ayırır hayatımı, kendime anlatırdım; kendimle konuşmak olsun diye. 
Şimdi sesim yüksek çıksın istiyorum, konuştuğum kendime kalmasın. 
Ben bu dünyaya göz altları kızarmış şiirler bırakmak istiyorum. Okundukça o şiirler, karanlıktan ışıldamak. Ne kadar yandığım hatırlanarak...










Nisan 02, 2018

vertigo

başıma söyleyin
dönmeyi bıraksın artık
bu türkünün yanıklığı bizi sarhoş etmesin
koynumdaki baş dönmesi senden
ben böyle ağzı ve başıbozuk bir şarkıyken
kimse diline takmaz beni
sonsuzlukta unutulmuş yalnız bir şarkı
umudun elçilikleri bombalanmış
ağzımda eski bir aşktan kalan küf tadı
mahallemde çocuk sesleri eksilmiş
Bahar çiçeklerime kırağı düşürmüşsün
ben kendimi bulamıyorum
Merkür retrosunda yedi yıl kere çekildi ruhum
hiçbir gezegen kabul etmez eksenine beni
kırılmaya kaburgamdan başlıyorum artık
kaburgam bıçak 
kaburgam kabristan
hikayeler taşıyorum vücudumda dövme diye
kan karışıyor mürekkebe
mürekkep dağılıyor hayatımın her yerine
çocukluğumun eksik zamanlarını
gençliğimden arttırarak tükettiğim bir ömür
öyle içilmez
 ama böyle yanılır diye kafa tutuyorum herkese
topladığım çiçekler kadar soluyorum sonra
okuduğum şiirler kadar kusuyorum
radyodaki o türkü hiç bitmiyor

Mart 29, 2018

Sargı

birlikte...

hepinizden içliyim 
çünkü
çocukluğum sizinki kadar kolay geçmiyordu
ben de yazdıklarıma şiir deyip şiirlerimi yakıyordum 
şimdi yandıklarımı yazıyorum
siz de
olamadığınız ne varsa
hepsine bok atıyorsunuz

bu kültür böyle
derin çocuklar yetiştirir
hepsinin de vardır illa bi derdi
hepsi de yollarda gelişir
ne ağlayacak diz
ne dayanacak omuz
direnmeyi de yine kendinden öğrenir
yoluma eşlik edecek milyarlar yok
fakat tahmin edersin kimlerle yürüdüğümü
 dayanağım yok
kendim yarattığım dayanaklar da elbet kimsesizliğinden kudretlenir
ben 
ilkokulda cebimde şiirler biriktiriyordum
Ali’yi ata baktırırken öğretmen
Nazım’dan memleket şiirleri ezberliyordum
ve demir kapının önünde
ailenin elinden tutmayı beklerken sen
biz süngüsü düşsün diye demir parmaklıklar gözlüyorduk
görüş günü gelir
gülüş kalbinin zırhı sıkıntıları orada erit
sakla şiirlerini annen görmesin
sayfalarda kelimeler seni ele vermesin
ölümü yazdığımda yediydi yaşım
ha bir de evimde kaygıyla pişiyordu aşım
bir kelime daha fazla yazmaya gayret ediyordum
o da söküklerimin yaması oluyordu
kırtasiye önünde bekle nöbet yılma hiç
bir oyuncağı aldırmak günler sürüyordu
taşlar temizliyordum yaramdan
travmalar da yaralarla büyüyordu arkamda
öğrendim sonradan
büyüklerin hatalarının çocuklar ödüyordu bedelini
baba ver elini, ver elini baba
içimde yeni intiharlar büyütüyordum
öğrendiğinde ağlayan  gözlerinden içimi dağıtacak yeni bombalar bekliyordum
ilkokul öğretmenimden  senden insan olmaz gibi cümleler duyuyordum
fakat
biliyordum sokaklarda sabahların ayazını
ve şimdi bir halttan haberi olmayan beni eleştirmeye kalkmasın
ağla saklasın
sus da duymasın
hepsi de zamanla olacak hırsın
tırnaklarının dnası bi gece kaldırımlara kazınır
balkon altında beklerken adam beni eli silahlı
yine kulaklarımı müzikle tıkıyordum
istediğim yeni dünya  anlatılıyordu kulaklığımda
o gün sırt çevirmiştim yaşamak sancısına
gitmişti ağrıma
ben de yalan hikayeler uydurup
anlatırken kanmıştım onlara
yürüdüğüm yol da hiç değişmedi
ben büyüdüm
ve inandıramazsın gelişmenin değişmek olmadığına
bekle anneni  belki bir gün gelir
o gün öğreneceksin ilaçların hiçbir ağrıyı kesmediğini
eğilmesin yüzün
koluna polisler girdiğinde yine
gülecektir yüzü
defterler taşımadığında bu yükü
spreyle duvarlara ciğerimdekileri döküyordum


bi meselem var bi meselem derin
kimse bu yüzden ilgilendirmiyor beni




Şubat 21, 2018

Gürültülü Bi'Aşk

aşıktım
ve bunu gizleyemiyordum
anlaşılması için gözümden gelen ne varsa yapıyordum; istemeden
kirpiklerimin hareketleri kodluyordu
ben a ş ı ğ ı m, ben çok...
bu taşikardiyi tanımak istiyordum
nasılsa çokça adı geçiyordu tıbbi hikayemde
hikayemin hayatına değmişliği vardı nasılsa
kirpik alfabesi
ten sarhoşluğu
kaldırım taşları
kasıklarımdan, şakaklarımdan, bileklerimden yükselen nabzın sesi
gürültülü bi' aşk
ben ise tedavülden kalkmaya direnen neşeli çocukluk şarkısı
eski bi'ruh
eski, ürkek, yalın

yakalanacağımdan korkuyordum
hareketlerim beni ele verir diye
ellerimi ceplerimde saklıyordum
ellerimi avuçlarımda gizliyordum
bi'sokak
dar, huzurlu, sarı ışıklı
pencerenin önüne park etmiş, bekleyen bir araba
ben bu bekleyişi yakından tanıyordum
Kadıköy İskelesi
Ortaköy'de köprü ışığı
işte böyle hikayeler anlatıyordum şarap kadehinin arkasında yatan kediye
ki sarhoşluk dağılsın
kimse aşkı saklayacak diye hücrelerine işlememeli
buz mavisi gözlerden akan birkaç damla yaş
tuz katmaktır mezeye
nedendir ki o tuz hep yaralara basılır kedinin hikayesinde
camdan baksan deniz
sinir hastalıkları kliniği
camda beklesen geçer belki
ben aşığm
 dolaba sebzeleri yerleştirirkenki heyecanıma borçluyum bu aşkı
kimseden emanet alınmamış
kimseye benzemeyen
ne birinden gelen
ne andıran bi kimseyi
tutkusunu beklentisizliğinden alan
uykuları bölen bir telefon çınlamasına
İstanbul'un her sokağına biraz anı dağıtacak kadar geniş yürekli bir aşk
dudakları kanatan
bir gece Kadıköy'ün en izbe barını ararken burun buruna geldiğim bir aşk
ense kökünden kuyruk sokumuna kadar sızlayan 
artık anlaşılmaktan o kadar da korkmayan
bilinmek için gözünün önünde oynayan tüm oyunları
ve senin varlığınla
üçüncü tekillerden
üçüncü çoğullardan
sokaklardaki ayıplardan
yöneltilen sorulardan
iki kişilik utanan, iki kişilik kaçış arayan
ve ayrıcalığını tekellere kaptırmaya direnen
aşk
çene uyuşukluğu
Ortaköy sapakları
kibrit
ateş
yanmak
İlkbahar'a yakışmayan bi' son
yaz meltemi
inceliğinden çatlamış kadeh
pencereye sırt dönmüş kedi
tenden silinen
bir
aşk
sızı