Eylül 13, 2017

İç Sesim Konuştu

Uzun uzun dalıp gitmelerin kadınısın ne de olsa.

Tutkuyla yakaladığın uçurtma ipi biri ya da birileri tarafından vuruldu ve gökten asfalta acemi bir iniş yaptın.
Kolaycısın.
Didem'den duyduğun anlatarak bitiriyorum hayatımı,bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat cümlesine bağlı yaşıyorsun. Söyleyecek sözler yerine şiir konuşuyorsun.
Sıkı sıkı tutunmaktan kangren olmuş bileklerini sararken verdiğin 'ama bir daha asla' diye başlayan sözleri hiçe sayacak kadar ya unutkansın ya da tutarsız.
Masalları dinlemeyi seviyorsun,ama başkalarına gerçek hikayeler anlatıyorsun. Hayat hikayelerini seviyorsun. Masallara değil, hikayelere inanıyorsun. Hikayelerin gerçek kahramanlarına. Ve bir gün gerçek hikayenin asıl kahramanını bulacağın inancıyla yaşıyorsun.
Çocuktun.
Canın sıkılıyor sanıyordun. Canın sıkılmıyordu,yanıyordu, ergen olunca anladın. Hayatın boyunca hatırlayacağın izleri ilkokulda almaya başladın. En büyük zaafın sevgi. Buradan aldın yaralarını ve şimdi bu yaraların bahsini bile yapmıyorsun. 
Hayatını, hayatı bulmak adına adadığını söylüyorsun,bunu da hayatlara dokunarak yapmayı umuyorsun. 
Hayalperestsin.
Sırt çantanın içine dünyayı sığdırdığını,sırt çantanla hayatlar kazanacağına inanıyorsun. Bir zamanlar kocaman bir halat alıp,Uzay boşluğuna atlayıp,elindeki halatla sardığın Dünya'yı silkeleyeceğini ve bunun insanlar içinde bir silkelenip kendine gelme eylemi olduğunu savunup durdun.
İnsanları görmek için kalabalığa giriyorsun,kendini bulmak için kalabalığın içinde yalnız kalıyorsun. İnsanları,gökyüzünü,denizi görmeyi Orhan Veli'den öğrenmedin ama girip insanların arasına, insanları görmeyi onunla daha çok sevdin. Bir Garip Orhan Veli'den farksızsın çoğu zaman.
Hayatı içinden çıkılamaz bir şey olarak değil ama içinden çıkaramadığın bambaşka bir dünya olarak görüyorsun. Bunun yaşama umudu olduğuna inanıyorsun. Hayatına ve adımlarına daima bir şiir eşlik ediyor. Kalbimin cepleri şiirlerden bollaşır mı,nasıl taşırım hepsini diye kendine sorup duruyorsun. Ve her şiir mutlak bir yaması oluyor;eksikliklerinin. Eksik olduğundan şiire meyilin ve şiire meyilin olduğu kadar eksiksin. Hayatın biraz paradoksa eşit.
İçinde tuttuğun sayısız cümle var. Kendine tekrarlıyorsun. Sahibi belli,zamanı belli. Kırmamak için o kadar çok kaçıyorsun ki,uzaklaşıyorsun. 
Duvarlar kendini korumak için örülür,sen başkalarını korumak için örüyorsun dedi biri bir gün sana,hak verdin. 
Cesaretin eksik.
Güzel kelimelerden utanılır mı hiç, utanıyorsun. 
Ait hissedemiyorsun.
Bunun özgürlük olduğunu sandın uzun zaman. Tek bir valize,bir göçebe şiirine,yollara,kaldırımlara,gökyüzüne,bir sırt çantasına ait olmanın güzelliğini ve bir de bunun ağırlığını çok iyi biliyorsun. Gidecek çok yer varken,benim diyebildiğin tek bir yerin olmamasını,bölük bölük yaşamak demek olduğunu seyahatin;sen biliyorsun...
Son fotoğrafın,geçirilen son günün,günü akşam edemeyişin ne demek olduğunu ne yazık ki çok iyi biliyorsun. Her gönül bağın olanla yarın görüşecekmişsiniz gibi 
ayrılmanın huzurunu ve hiç görüşmeyecek gibi içten içe burukluğunu aynı anda yaşıyorsun. Son defa sarılarak uyumanın getirdiklerini biliyorsun. Hala yaşam varken sevginin gizlenmemesi gerektiğini ve yaşatmak umudunun ölümden daha ciddi olduğunu savunuyorsun. Hala vakit varken sevdiklerinin parmak izlerini sakladığın bir defter hazırlıyorsun. Böylelikle tenlerinden ve varoluşlarından bir izi ölümsüz kılıyorsun kendince.
30 yaşına mektuplar yazıyorsun. 
Bir akşam nefes darlığıyla uykundan uyanıp,ardından bırakacağın satırları kaleme aldın. Arkandan bir şeyler bırakmak istedin çünkü bir şey demeden gitmeyi kendine yakıştıramadın. Dünyaya kendine ait bir iz bırakmak,bu izle arada sırada akla gelmek istiyorsun. Sınırlarımı ve sınırsızlıklarımı kendim belirlediğim dünyamdan gaddar dünyanıza yazıyorum diye başladığın mektubu gittiğin her yere bugün son günse? ihtimaliyle yanında götürüyorsun. 
Kişileri içinden silebildiğini söylüyorsun ama hatıralarına zeval getirmemek için yeni anılara müsaade etmiyorsun.
Süper gücünün merhamet aşılamak olmasını istiyorsun. Dünyada insanın başına gelen her şeyi sevgisizliğe bağlıyorsun. İnsanın yegane imtihanının evvela insan olmak,sonrasında sevgi olduğunu düşünüyorsun. Buna da sıkı sıkıya bağlısın.
Sevmek adına fikirler üretiyorsun. İnsanın sevgiye kafa yorması gerektiğini,bir de büyük insan olmak için iyi insan olmanın büyüklüğünün unutulmaması gerektiğini söyleyip duruyorsun.
Bir fikrin,bir şiirin,bir bakışın ve bir sevinin dünyayı olmasa da hayatları değiştirebileceğini biliyorsun. Ve dünyayı değiştirmeye başlamanın birinci adımının hayatlara dokunmak olduğunu...
Duaların gücüne inanıyorsun ve gerçekten istemenin dua gibi olduğuna.
Bir gün alzheimer olacağını düşünüyorsun. İşte o zaman unutmak değil belki ama tek bir şeyi sürekli hatırlamaktan korkuyorsun.
Sen.
kendini uzaktan izlemeyi,yermeyi,elinden tutup kaldırmayı öyle çok seviyorsun ki tüm bunlara bu yüzden müsaade ediyorsun.



Beklemeyi,beklerken sabretmeyi,
ışığını söndürmemeyi,
umudun kalbin destekçisi olduğunu,
yaşamı kucaklamayı,
duaların gücüne inanmayı,
yaralarına rağmen,yaralarınla güzelleşerek sevmeyi,
yargısız olmayı,
hikayelerin başını okşamayı,
şiirlere sarılmayı,
ağız dolusu gülmeyi,
yarının bir ihtimal olduğunu,
kalbin kırılabilir olduğunu,
gülmenin telafisi olduğunu;birçok şeyin,
merhameti,
vicdanınla karar almayı,
asıl gücün insanlık olduğunu ve vefayı unutma hiçbir zaman.



Sen busun.
Kendine uzaktan bakmaların kadınısın ne de olsa.