Eylül 26, 2017

Anne Bak Bana Ne Olmuş

Belediye
ışıkları söndürmeden hemen önce
düşünüyorum bunu

ve
artık uykusuna çekildiğinde herkes
umut rengine boyuyorum şehri
uykumdan vazgeçerek
bilmediğiniz bir Galaksi'de
imkansızlık şarkıları söylüyorum
canım öyle istedi diye sırf
hayatlardan gidiyorum
kendi kanımı içiyorum biraz
biraz da kusmak olsun diye

sarhoşluğa veriyorum
aklımı
konuşmak olsun diye tutturulmuş
bir şiir
yaşamak olsun diye
tutturulmuş olmak hayatın
orasına burasına
yoğun bir tadilatta terk ediyorum
ruhumu
dönünce bir şey bulmam sanıyorum
yarı yolda bırakmayı huy kapmış diye ruhum
Gezegen buluyorum
tadilata kapatılan kalbimden Gezegen doğuruyorum
bundan böyle
saymam diyorum
sayarsam kayan yıldızları
hiçbir göktaşı
teğet geçmesin beni
anne
ben büyüyüp,arabesk bir şarkı olurum belki



Yorulur

beklerim
içim olsa talan
sabredip
o kavuşmaları resmedip
rest çekiş
pes ediş
   bir gün benden de yorulacak bu şehir

Yedi Yaş Şiiri

Başımı eğmedim,başım ağırlaştı
yedi yaşında bir çocuğun
keder boyunu aşmaz mı?
anlaması güç
anlatması güçsüzlük sanırdım
bunun özrünü kim dileyecek
kelime hırsızı insanlar mı?

99 Tane Yalnızlık

Hiçbir şey gülündüğü değil ama açıklayamam.
İnsan;ateşi içinde taşıyandır ve ateş;yaşayandır insanla.
Ateş bu,harlanmak ister. İnsan ateşle oynamasa,ateş oynar insanla.
Önce kelime vardı. Sonra insan.
Önce yaratılmak kelimesi vardı sonra Adem.
İnsandan sonra duygular. 
Sözcükler insandan önce vardı. Edebiyat,insandan sonra.
İfade insan yokken vardı,ifadesizlik insandan sonra.
Nasıl olabiliyor da bildiğin bir sürü kelime içini kemireni ifade edemiyor? Bakın,bu gerçek ve haklı bir isyandır,öyle cümlede kalsın diye değil.
Yazmak istedikçe baş ağrıtan,yazamadıkça mide bulandıran bu kaosu ne anlatır?
Bir güzelliğin,bin kötülüğün maskesi olduğunu bilerek,umudun yaşamla devam ettiğini,sahiden de aldığımız nefesin saniyede yenilenen bir yaşamın göstergesi olduğunu,Güneş'in ertesi gün başka bir yaşama doğacağını,acıya gülmenin yaşamın telafisi olduğunu,yakınmanın,kasvete kapılmanın hiçbir şeyi düzeltmeyeceğini aksi halde öğrenilmiş çaresizliği getirdiğini bile bile şu yaprakları koparılmış çiçek gibi içimi ekşiten hissi atamamanın özrünü kim dileyecek?
Bu hayatların özrünü bizden kim dileyecek?
Sevdiklerimin hayatlarından kendimi çıkartırken,sıfır olmaktan yoruldum. Bu yorulmak insanın dünyaya sırt çevirmesidir ve bu sırt çok ağrılı bir sırttır.
Yokluğunu çektiğimiz,boşluğunu bildiğimiz her hissiyatın,her olgunun oluşturduğu ne varsa, onu kapatacağına inandığımız ne görüyorsak,tutunuyoruz.
Tutunmaktan,sıkıca sarılmaktan ellerimiz kangren oluyor,kopmak istemiyoruz,kopartılıyoruz.
Acıyla ayrılıyoruz bedenlerimizden.
Yenilenmiş olarak geri dönmeyi ümit ederek,topluyoruz bavulları kaldığımız yerden.
Tohumları toplaya toplaya çiçek ölüyor,çiçekte tohum azalıyor.
O halde insan sanıdır.
Boşluğunu yaşamaktan varlığı nasıl bilmediği hisse denk getirecek his arayan sanı efendisidir.
Fakat ben emin olmak istiyorum,ben haklı olmak da istemiyorum. Emin olduğum işe yarar olsun istiyorum.
Beden saklana saklana ufalıyor,kalp büyüyor.
Büyüyen kalp tıpta hastalıktır,bizde felaket. Kulağa hoş gelir ama değildir. Kaburgayı zorlar.
Zora katlanmak da zorun kendisinden daha zordur.  Ve zorlukların tıpta yeri yoktur. Kaybedenlerin yeri;edebiyattır.
Bazen küstüm,sonra şükrettim.
Ama Cesar'a hak verir gibiyim şu sıra "ben ateist değilim, babası gibi Tanrı'ya küsen bir çocuğum" der.
Ve devam eder "ben Tanrı olsam, Peygamberler göndermez, direkt konuşurdum insanlarla"
Biraz da haddini aşar, cesurdur. " Ben Tanrı olsam,intihar ederdim;insanlarla birlikte acı çekmeyi öğrenemediğim için."
Ben Cesar değilim. Tanrı da değilim. Ben sevginin açtığı boşlukları yoğun bir şefkatle kapatmak isteyen küçük bir kedi yavrusuyum. Ben istemeden geldiğimiz,var olduğumuz hayatta bizim için biçilen emir ve kurallara neden uymamız gerekiyor diye sorgulayan küçük kız çocuğuyum.
Burada olmak tercihimiz değil ise,işleyişe ayak uydurmak niçin mecburiyetimiz?
Seçimimiz değil madem burada olmak,burada oluşumuz istediğimiz gibi olsun diye tekrar eden bir papağanım.
Umarım Allah'ın gücüne gitmemiştir böyle düşündüm,böyle söyledim diye. Öyle derlerdi. Öyle söyleme,Allah gücenir.
Ama Allah'ım senin 99 tane ismin, insanın 99 tane yalnızlığı var.
Bari içimdeki sevgiyi görüyorsun,beni sevdiğime;sevdiğim kadar ver.
Sonra esirge ve bağışla beni, ruhu şad olsun Didem Madak'ın.
Yarattığın yerden,yaram olma. Yara olmak insana özgü kalsın varsın, koptuğum yerden okşa saçlarımın uçlarını.
Ve yalvarırım,ahtım olmadan sevgiden uzaklaşmak,ahım olmadan sevdiklerim,duamla ver onları bana.
Ah'ın ebced değeri kadar sev beni,sonra sevdir.
Sevmekle gelen öyle bir sızıdır ve öyle bir dengenin bozukluğudur ki bu,görseniz,yemeden kesilirsiniz.

Eylül 24, 2017

Çağlayan Kuşu

Hayatı hakkında hiçbir fikri yok.
Bu yüzden de hayatta hiç yer edinemedi. 
İçine bir pencere açmak mümkün olsa,öyle yapardı.
Zaten hayat biraz da mümkünsüzlükler atlası değil miydi?
  Onu güzel yapan
 tüm olmayanlarıyla 
tam olarak buydu
Mücadele,
hayatın kendisinden geliyordu.


Fokurdardı,dalgalanırdı.
Deniz değildi. Ah keşke deniz olsaydı,o zaman böyle içine çağlamazdı.
Saçları acının çağlayanı diye sevilirdi.
Saçları sevilmedi.
Onun için hayat hem içinden çıkılamaz, hem de içinde yer edinilemez bir mekandı. Hayatı hikayenin geçtiği mekan olarak tanımlardı.
Yıllar onu büyüttü,o içindeki kuşu.
Yıllar büyüttü önce onu,sonra yıprattı.
O öptü önce kuşu,sonra büyüttü. Annesi çok küçükken ölen tüm yaralı çocuklar için önce öptü,sonra doğurdu.
İçine vav gibi eğildiği gecelerde ölmek istedi. Geldiği gibi. İzsiz,adressiz. Fetüs gibi.
Kendine kapandığı yerde dünya da kapansaydı üstüne keşke,hep böyle isterdi.
Dizleri titreyerek geldi.
Bakışını görseydiniz,bu koca boşluk nasıl böyle anlam yüklü olur diye uykularınız kaçabilirdi.
Binlerce kelime bil, yüzlerce kitap oku. Bir bakışa şaşıp kalabilirsin. Tanımsızlık. Onun da sevdiği gibi.
Hatta sadece öylece bakıp kalmaların insanıymışız.
Onda kocaman bir boşluk vardı,ona tanık olanlar onunla birlikte bu boşluğu nereye koyacaklarını bilemeyip,çaresizliğe kapılıyorlardı. Boşluk,yok olma hali değil midir? Onun boşluğu öyle büyük bir yer kaplıyordu ki onunla kimse ne yapacağını bilemiyordu, dedim içimden. Onu anlatan bir kitap yazmayı,bu düşündüğümü de ilk sayfasına basmayı düşündüm.
İşte o akşam ağlamaya ve benimle konuşmaya başladı.
Onu izlerken şiire,sanata gerek yokmuş gibi hissediyordum. Onu edebiyat anlatmaz, o var oluşuyla edebiyattır baştan ayağa...
Toprakların dış etkenlerle aşındırılıp,ait olduğu yerden koparılıp,başka bir yerde birikmesine erozyon denir,dedim içimden alakasızca. Sıradan bir günde kendime demeyeceğim bir sürü cümle akıyordu içimden. Nasılsa söylediği her şeyi içimden birkaç yüz defa kendime tekrar edecektim. Şu erozyondan bahseden iç sesim üzerine bir daha düşündüm. Onun dünyadan kendini koparırcasına dizlerinin üzerine çöküp,kendinden eksildikçe benim içime doluşuna ne denir,bulamıyordum. Coğrafyayı orada bırakmaya karar verdim.
Arkamda kırık bir coğrafya,önümde diz çökmüş ağlayan bir edebiyat.
Sözcükler duygular yanında aptallaşıyorlar. Ah.
Parçalarını bıraka bıraka konuşmaya başladı benimle o akşam.

Benim içimde kuş var. O kanat çırpıp,duruyor. Göğsümden çıksın, gitsin istiyor, biliyorum. Ben onu öperek büyüttüm. Yalnız kalmasın diye ıslık çalıyorum hep. Göğsüme yakın ıslıklar üflülüyorum ona. 
Kusayım diyorum,çıksın. Göğsüm sıkışıyor, boğazım sıkışıyor.
Başlarda sandım ki ben üzülüyorum diye zarar görüyor o. Çırpınıyor kalbimde. Ne kadar ağlarsam,o kadar kanat çırpıyor göğsümde.
Öğürüyorum. Göğsüme vuruyorum. Bak böyle vuruyorum buraya.
Çıkmıyor. Kanat çırpıyor. Kusmak istiyorum. Yorgun düşüyorum. Kısa,bölük uykular uyuyorum. Uyandığımda aklımda aynı şey.
İnanmadılar kuşa. Bak vuruyorum buraya. Buradan ses geliyor. Benim,dedim. İçimde kuş var. İnanmadılar o kuşa. Kuş beni yalancı çıkardı.

Öyle sancılar çekiyordu ki,göğsünü deşmek istediğine şahit oldum. Kalbini açarsa,kuşun içinden kanatlanacağına inanıyordu. .
O hep yaşamından arttırıp,eksikliklerini tamamlamaya çalıştı.
Bir kısır döngünün acıyla çağlayan çağlayanıydı.
Keşke kendini başka kıyılara taşıyacak kadar kuvvetli bir deniz olsaydı.
Gerçek dünyada hiç böyle olmazdı.
Olsaydı efsane olacaktı,olmadığından edebiyat oldu.

Eylül 22, 2017

Adam

yaşadıkların yanında
elbet bir şiirin 
içinde hayat geçen şarkıların
ve rakın vardı
ve
şiirinin yanına meze yaptıkların
seni böyle bu saatlerde
uyanık tutardı
her şeyin kıyısından geçer gibi
bu kadar da içinde
seni
 bir gün bir fotoğrafa bakarken ağlatan
seni
aslında her gün birkaç fotoğrafa bakarken
aynı gözyaşıyla ağlatan
o
kadın
seni her sabah
bir varlığına iki de yokluğuna
ah dedirten
o kadından
iz
Hüseyin
adının sızısı
kalabalık akşam sofralarına kalsın
Hüseyin
gri uyanılan sabahlara
senin adın verilsin
gözlerinde dolarken ırmakların
iyi olacaksın
dediğin akşamüstü
ve
daha kaç akşamüstü göreceksek
iyi olmanın
gözleri hep yaşlı kalsın
Hüseyin
sen Gülsen gerisi hep Şen

Eylül 15, 2017

Lal Olmanın Alfabesi

Baba
ben çok üşüdüm
beni koluna sar
Baba
ben çok düştüm
nefesini yarama sar
Baba
ben çok düşündüm
beni başa sar
Baba
başım artık ağır
bana yeni saçlar al
bana yeni saçlar al baba
artık kırılmasın
Baba
gözlerim artık ağrılı
bana yeni kirpikler al
bana yeni kirpikler al baba
artık ıslanmasın
Baba
ellerim kanıyor artık
bana yeni dokunuşlar al
bana yeni dokunuşlar al baba
artık bende kalsın

Anne ben çok
anne ben
çok
Anne ben çok ne ben bilmiyorum
benim derdim
ne
anne
babama söyle 
bana yeni bombalar alsın
içimi dağıtmaya ihtiyacım var

Ama

Ama
Müzeyyen'in haydar demesi
neden bu kadar dokunuyor
bilemiyorum
Geceye sığamıyorum
ve
sığamamak sözcüğüne
hikayemin sığıyor oluşuna
güleceğim belki
keyfim kaçmamış olsa
Yalnızım
hikayenin sonunda Müzeyyen ölüyor
hikayelere son yazmak
ne ayıp
Müzeyyen ölüyor
ama susmuyor
ne iyi

Didem'e Konuştum

Mezarlıklara şarkı söyleyecek kadar deliren herkesle
bir gün yolumuzun karşılaşması
dileğiyle...



Elim boş geldim sana. Kalbim çatlayacak kadar dolu. Toprağına ekecek çiçeğim yok,ne yazık. Ne yazık,dallarımdan ahlar döküyorum istemeden.
Gelmeden önce çok prova ettim,yardımcı olmuyor,konuşamıyorum.
İçim bağırıyor. Sen tüm kırık çocukların annesi. Füsun'un annesi. Sana ah demeyi boynu bükük bi Ahlat Ağacı öğretti, ben senden öğrendim. Kayıp ne varsa, yerine ah yazılırmış meğer.
Kendimi hep burada bulacak gibiyim,neden?
Uzaklardan tanıyorum seni ve görür görmez içim dökülüyor,ne diye?
Irmağının başında aktığı yıllardı, ruhumdan da mı geçtin, orada da izin kaldı.
İçini toprağına açan kırık bir çiçeğim. Tohumlarım dökülüyor, solacağım günler için gözyaşlarımdan sular biriktiriyorum.
Sen karnındaki dikişle,ben kalbimdeki ağrıyla geçerken İstanbul'un sokaklarından, İstanbul bir şiir onu bu kadar sever mi sanıyordu gerçekten?
Benim ırmağımın başımda aktığı yıllarda ben boğulacağım diye çok korktum Didem,çok üşüdüm korkunca.

Bilerek bir parçasını defterimde bırakarak bir kağıt koparıyorum. Koparılmakmış meğer benim anlamım,ben bunu geç anladım.
Bir mektup bırakıyorum iki dal çiçeğin arasına. Bir de toprağa düşmüş bir çiçek alıyorum defterim arasına.
Birbirini ziyaret eden tüm kırık kalpler anısına bırakıyorum mektubumu. Sözcüklerin ruhu var, inanıyorum.
Yanına uzandığım mermer üstünden bir bulut seçiyorum, incecik.
İşte gök. İşte o sonsuz uzayıp giden... Ölüm mümkün mü hiç, diyorum bir an.
Ve dinlemeyi çok sevdin diye sen, Tanju Okan'dan Kadınım söylüyorum sana. Dayanamayıp, biraz gülüyorum halime. Dayanarak mermerine, biraz da ağlıyorum. İçimden verdiğim bir söz... Bir gece kalkıp bütün ışıkları yakacağım Füsun.
Bize hiç karanlık kalmayacak.

Başımın üstünde gök.
Başının üstünde gök.
Saçım toprağa karışmış.
Saçın toprağın karışı.
Ölmek ne mümkün,
Şiirlerin ruhu
varken.

çatısızların şiiri
mezarlık çiçekleri
mezarlıklarda uyumanın şiiri
şiirin çiçekleri
bir ruhu binlercesiyle üleşmenin şiiri
bu
yollar
böyle kesişecek


Eylül 14, 2017

Umursamazlık Hastalığı



Çırpınmamak lazım
çünkü çırpınmak boğulmayı getiriyor bilinçsiz olunca
bazen
var gücünle çırpınarak
elde ediyorsun
bazen tam zıttı
bırakmak gerekiyor
bırakacaksın ki eklemlerinden ayrılmasın kemiklerin
derini paramparça etmesin ipler
teknen su almasın
kürek çekmeye devam edeceksin yalnız
zamanında çektiğin her kürek
kuvvetlendirecek hayatını
olacağına varacaksın
okyanus

Eylül 13, 2017

İç Sesim Konuştu

Uzun uzun dalıp gitmelerin kadınısın ne de olsa.

Tutkuyla yakaladığın uçurtma ipi biri ya da birileri tarafından vuruldu ve gökten asfalta acemi bir iniş yaptın.
Kolaycısın.
Didem'den duyduğun anlatarak bitiriyorum hayatımı,bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat cümlesine bağlı yaşıyorsun. Söyleyecek sözler yerine şiir konuşuyorsun.
Sıkı sıkı tutunmaktan kangren olmuş bileklerini sararken verdiğin 'ama bir daha asla' diye başlayan sözleri hiçe sayacak kadar ya unutkansın ya da tutarsız.
Masalları dinlemeyi seviyorsun,ama başkalarına gerçek hikayeler anlatıyorsun. Hayat hikayelerini seviyorsun. Masallara değil, hikayelere inanıyorsun. Hikayelerin gerçek kahramanlarına. Ve bir gün gerçek hikayenin asıl kahramanını bulacağın inancıyla yaşıyorsun.
Çocuktun.
Canın sıkılıyor sanıyordun. Canın sıkılmıyordu,yanıyordu, ergen olunca anladın. Hayatın boyunca hatırlayacağın izleri ilkokulda almaya başladın. En büyük zaafın sevgi. Buradan aldın yaralarını ve şimdi bu yaraların bahsini bile yapmıyorsun. 
Hayatını, hayatı bulmak adına adadığını söylüyorsun,bunu da hayatlara dokunarak yapmayı umuyorsun. 
Hayalperestsin.
Sırt çantanın içine dünyayı sığdırdığını,sırt çantanla hayatlar kazanacağına inanıyorsun. Bir zamanlar kocaman bir halat alıp,Uzay boşluğuna atlayıp,elindeki halatla sardığın Dünya'yı silkeleyeceğini ve bunun insanlar içinde bir silkelenip kendine gelme eylemi olduğunu savunup durdun.
İnsanları görmek için kalabalığa giriyorsun,kendini bulmak için kalabalığın içinde yalnız kalıyorsun. İnsanları,gökyüzünü,denizi görmeyi Orhan Veli'den öğrenmedin ama girip insanların arasına, insanları görmeyi onunla daha çok sevdin. Bir Garip Orhan Veli'den farksızsın çoğu zaman.
Hayatı içinden çıkılamaz bir şey olarak değil ama içinden çıkaramadığın bambaşka bir dünya olarak görüyorsun. Bunun yaşama umudu olduğuna inanıyorsun. Hayatına ve adımlarına daima bir şiir eşlik ediyor. Kalbimin cepleri şiirlerden bollaşır mı,nasıl taşırım hepsini diye kendine sorup duruyorsun. Ve her şiir mutlak bir yaması oluyor;eksikliklerinin. Eksik olduğundan şiire meyilin ve şiire meyilin olduğu kadar eksiksin. Hayatın biraz paradoksa eşit.
İçinde tuttuğun sayısız cümle var. Kendine tekrarlıyorsun. Sahibi belli,zamanı belli. Kırmamak için o kadar çok kaçıyorsun ki,uzaklaşıyorsun. 
Duvarlar kendini korumak için örülür,sen başkalarını korumak için örüyorsun dedi biri bir gün sana,hak verdin. 
Cesaretin eksik.
Güzel kelimelerden utanılır mı hiç, utanıyorsun. 
Ait hissedemiyorsun.
Bunun özgürlük olduğunu sandın uzun zaman. Tek bir valize,bir göçebe şiirine,yollara,kaldırımlara,gökyüzüne,bir sırt çantasına ait olmanın güzelliğini ve bir de bunun ağırlığını çok iyi biliyorsun. Gidecek çok yer varken,benim diyebildiğin tek bir yerin olmamasını,bölük bölük yaşamak demek olduğunu seyahatin;sen biliyorsun...
Son fotoğrafın,geçirilen son günün,günü akşam edemeyişin ne demek olduğunu ne yazık ki çok iyi biliyorsun. Her gönül bağın olanla yarın görüşecekmişsiniz gibi 
ayrılmanın huzurunu ve hiç görüşmeyecek gibi içten içe burukluğunu aynı anda yaşıyorsun. Son defa sarılarak uyumanın getirdiklerini biliyorsun. Hala yaşam varken sevginin gizlenmemesi gerektiğini ve yaşatmak umudunun ölümden daha ciddi olduğunu savunuyorsun. Hala vakit varken sevdiklerinin parmak izlerini sakladığın bir defter hazırlıyorsun. Böylelikle tenlerinden ve varoluşlarından bir izi ölümsüz kılıyorsun kendince.
30 yaşına mektuplar yazıyorsun. 
Bir akşam nefes darlığıyla uykundan uyanıp,ardından bırakacağın satırları kaleme aldın. Arkandan bir şeyler bırakmak istedin çünkü bir şey demeden gitmeyi kendine yakıştıramadın. Dünyaya kendine ait bir iz bırakmak,bu izle arada sırada akla gelmek istiyorsun. Sınırlarımı ve sınırsızlıklarımı kendim belirlediğim dünyamdan gaddar dünyanıza yazıyorum diye başladığın mektubu gittiğin her yere bugün son günse? ihtimaliyle yanında götürüyorsun. 
Kişileri içinden silebildiğini söylüyorsun ama hatıralarına zeval getirmemek için yeni anılara müsaade etmiyorsun.
Süper gücünün merhamet aşılamak olmasını istiyorsun. Dünyada insanın başına gelen her şeyi sevgisizliğe bağlıyorsun. İnsanın yegane imtihanının evvela insan olmak,sonrasında sevgi olduğunu düşünüyorsun. Buna da sıkı sıkıya bağlısın.
Sevmek adına fikirler üretiyorsun. İnsanın sevgiye kafa yorması gerektiğini,bir de büyük insan olmak için iyi insan olmanın büyüklüğünün unutulmaması gerektiğini söyleyip duruyorsun.
Bir fikrin,bir şiirin,bir bakışın ve bir sevinin dünyayı olmasa da hayatları değiştirebileceğini biliyorsun. Ve dünyayı değiştirmeye başlamanın birinci adımının hayatlara dokunmak olduğunu...
Duaların gücüne inanıyorsun ve gerçekten istemenin dua gibi olduğuna.
Bir gün alzheimer olacağını düşünüyorsun. İşte o zaman unutmak değil belki ama tek bir şeyi sürekli hatırlamaktan korkuyorsun.
Sen.
kendini uzaktan izlemeyi,yermeyi,elinden tutup kaldırmayı öyle çok seviyorsun ki tüm bunlara bu yüzden müsaade ediyorsun.



Beklemeyi,beklerken sabretmeyi,
ışığını söndürmemeyi,
umudun kalbin destekçisi olduğunu,
yaşamı kucaklamayı,
duaların gücüne inanmayı,
yaralarına rağmen,yaralarınla güzelleşerek sevmeyi,
yargısız olmayı,
hikayelerin başını okşamayı,
şiirlere sarılmayı,
ağız dolusu gülmeyi,
yarının bir ihtimal olduğunu,
kalbin kırılabilir olduğunu,
gülmenin telafisi olduğunu;birçok şeyin,
merhameti,
vicdanınla karar almayı,
asıl gücün insanlık olduğunu ve vefayı unutma hiçbir zaman.



Sen busun.
Kendine uzaktan bakmaların kadınısın ne de olsa.